GENÇ HAYAT DERGİSİ - SAYI: 25 (HAZİRAN 2020)

15 Kıymetli bir aile dostumuz vardı. Kendisi 80’li yıllarda İstanbul’da ticarete atılmış. İşportacılıktan toptancılığa kadar gelip iyi bir servet edinmişlerdi. Üzerine sektörlerle yapılan ticarî ortaklıklarla da bu büyümeyi perçinlemişlerdi. Artık mahalle değişmiş, semt değişmiş, kılık kıyafet yönetmeliği değişmişçesine bir yaşam sürüyorlardı. Bir gün şöyle dedi: “Biz 5 kardeş çalışırken ,eşler ve çocuklar hep birlikte mutlu mesut geçiniyorduk. Şimdi büyüdük, çok büyüdük. O kadar büyüdük ki ortaklıklar palazlandı ve her palazlanmayla yeni bir bölünme gerçekleşti. O zamanlar kazandığımızın çok daha fazlasını kazanıyoruz. Hem de iki aile kaldık fakat yine de geçinemiyoruz.” Öyleyse geçinme neydi? Geçinme denilen şey, çok daha fazla kazanmak, kullanılmayan odalarla dolu malikanelerde yaşamak mıydı? Artık o raddeye geldi ki insanlar, neredeyse özel tuttukları aşçıların bile aşçıları var. Temizlikçilerinin bile temizlikçisi var. İnsanların yakındıkları şeye bakın: Eskiden eşim yemek yaparken “bi tadına bak” diye beni çağırırdı. Artık yemeği, özel aşçısı olan aşçımız yapıyor. Şimdi o bir odada, ben başka bir odada ayrı âlemlerde yaşıyor, çalışıyoruz. Konfor alanını artırmak, mutluluğu artırmıyor, bilakis azaltıyor. Hayatın özüne kafa yoranlar bunu tecrübe etmiş ve demiş ki: “Zenginlik, ne kadar çok şeyin olduğu değil; ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğunla alakalıdır.” Eğer bunu anlarsak hayatı da anlarız. Çünkü hayat, birikmelerden/yığılmalardan değil; akışlardan oluşur. Onun için “hayatın akışı” deriz de “hayatın birikmesi” demeyiz. İşte bu akış içerisinde yere, göğe, hiçbir yere sığmayan insan, aslında bir tek yere sığıyor, kendi içine yani kalbine.

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=