GENÇ HAYAT DERGİSİ - SAYI: 21 (ŞUBAT 2020)

15 P azarcı esnafı, deyip geçme. İçlerinde ne cevher var onların, bilemezsin. Kabul, pek kitap okudukları söylenemez. Okuyanların da öyle aman aman bir şey olmayacağını düşünürler. Bununla beraber, bu toprakların havasından mıdır, suyundan mıdır, ekmeğinden midir, tuzundan mıdır bilinmez; yine de çocuklarını, küçük kardeşlerini okutmak için can atarlar. Oku evladım, oku yavrum, oku kardeşim… Oku da kendini kurtar… Bizim gibi yazın sıcağında, kışın soğuğunda, böyle pazarlarda sürünme, diyerek nasihatte bulunurlar. Belki de başta eğitim olmak üzere, pek çok sıkıntımızın kaynağı burada başlıyordur. Nerede mi? “Oku da kendini kurtar.” cümlesinde… Bu cümleyi şöyle söyleseler ve biz de şöyle duysak; daha güzel olmaz mı? “Oku evladım, oku ki ilmin artsın, hilmin ziyadeleşsin.” Ama nerede? Neyse… Sözü uzatmayalım. Pazarcı esnafı Sıraç Bey, önceki haftadan vukuatlı. Geçen hafta meyve sattığı müşterisi gelmiş ve Sıraç Bey’in kardeşine dert yanıyor: “Evladım, nerede o abin olacak hayırsız? Geçen hafta cennet hurması almıştım, bir türlü yiyemedim. Hâlâ sert, ben onu yumuşak olunca yiyebiliyorum. Bir de doktorum, avokado yememi tavsiye etti. Onu da abine söyledim. Avokadoların en sertlerinden vermiş. Hâlbuki kulak memesi kıvamında olunca yemek gerekiyormuş. Yiyemedim güzelim meyveleri, öylece sertlikleriyle duruyorlar mutfakta…” Teyzemiz anlattıkça anlatıyor… Söz, sözü açıyor, uzadıkça uzuyor. Küçük kardeş olan pazarcı ise bir taraftan başını, onaylar vaziyette sallarken bir taraftan da teyzenin yeni siparişlerini itina ile hazırlıyordu. Bir yandan da mırıldanıyordu: “Meyveleri en iyilerinden seçeyim de haftaya benim başıma ekşimesin.” Teyze, günlük 45 bin kelime konuşma kapasitesinin 5 binini, 5 dakikalık pazar tezgâhında eritmiş olmanın mutluluğuyla uzaklaştı. Bir müddet sonra gizli özne Sıraç Bey, tezgâha teşrif ettiler. Dedim ki: “Sıraç Bey, hakkınızda şikâyet var. Teyze geldi, olanı biteni anlattı. Sizden, bu konu hakkında bilgi vermenizi istirham ediyoruz.” Göreve yeni başlamış idealist öğretmen titizliğinde dizmiştim cümleleri. Sıraç Bey, bilmiş gülümsemeyle başını sallarken bir taraftan da ahenkli hareketlerle renkli önlüğünü giyiyordu. Önlüğün son ilmiğini attıktan sonra, ellerini beline götürdü. Sakin tavırla sadece şu cevabı verdi: “N’aparsın işte; meyve veren ağacı taşlarlar.” Hayatımda ilk defa, atasözünün bu kadar kanlı canlı bir şekilde somutlaştırıldığını gördüm. Anladım, eskilerin mizahî üslupla “Hayat okulundan mezun olduk biz” diye haykırmalarını… Ben bunları anlamakla meşgulken, durmadı hayat okulu mezunu Sıraç Bey; sıraladı ardı ardına aforizmaları: “Varsın onlar taşlasınlar. Martı denizden, kaktüs çölden, tohum topraktan, insan umuttan vazgeçmediği sürece biz de meyve vermekten vazgeçmeyeceğiz!” Meyve Veren Ağacı Taşlarlar Atasözünü Somutlaştırmak Hakan Altunyurt

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=